18 Aralık 2015 Cuma

HAYAT BANA YALAN SÖYLEDİ

                                        HAYAT BANA YALAN SÖYLEDİ

  Bir iki hafta sonra mesleğe başlamamın üzerinden tam altı sene geçmiş olacak.Hayatıma istedi-
ğim düzeni  getirebilmiş  değilim.Çünkü beklediğim günlere henüz kavuşamadım.Hayata bir yerinden bağlanmak ne kadar zormuş.

   Okul ile ev arasına sıkışmış bir hayat... Sabah  kalkınca  sobayı temizlemek, kahvaltıyı hazırla-
mak, soğuk odada elektrikli sobanın karşısında uykulu  gözlerle kendime  gelmeye çalışmam...
Bir insan yalnız  ne kadar iştahlı olursa o kadar yiyebiliyorum.Yarı aç yarı tok kalkılan öğünler..
Temizlik, çamaşır ve sobanın akşama  hazırlanışı....

   Bazen kendimi yarı açık cezaevinde hissediyorum.Bunu hapistekiler duysa belanı mı istiyorsun be adam derler.Galiba mutlu değilim.

  Geçen hafta öğrencilerim evime  geldi. İki saat oturdular. Akşam karanlığı çökerken çocuklar kalktı-
lar. Çocuklardan biri giderken o kadar dokunaklı bir cümle söyledi ki hiç de çocukça bir cümle değildi.'' Hocam biz  gittikten sonra siz de evde durmayın, gözleriniz bizi arar''

 Bulaşık, akşama yemeği hazırlığı derken üztümü hazırlanayım diyene kadar vakit geçmiş oluyor.Okulda  zamanın nasıl  geçtiğini anlamıyorum.Çocuklar mesleğimin çekirdek noktası.
Onların bizim yol göstermemize, sevgimize çok ihtiytaçları var.

  Bugünlerde konuştuğum bir kız var.Biraz şımarık ve çocukça tavırları var.Yalnızlık hiç kimseye
yaramıyor aslında.İnsan  bir sese bir simaya muhtaç.Paylaşmak ruhumuzda var ama paylaşacak doğru insanı bulmak çok zor.Ağlayan çocuğun yalancı emzik ile avunması gibi bazen  avunmaya çalıştıkla-
rımız yeni dert kaynağımız olabiliyor.Kandırılmaya bebeklikte başlamışız desek yalan olmaz.

    Geçen günlerde müfettiş geldi .Müfettişe dedim ki:''Sizler geldiğiniz zaman  öğretmen olduğuma pişman oluyorum çünkü hep yargılıyor olumsuz eleştiride bulunuyorsunuz.''Benim gerçek müfettişlerimin öğrenciler olduğunu bu mesleği  yaptığım sürece unutmayacağım.
 
   Akşamları  kahveye çıkıyorum can sıkıntısından.Bazen kitap okuyorum.Kitaplar,öğrencilerim bir de arabam mutluluk kaynağım.Canım bir dağın zirvesine çıkıp, etrafı ağaçlarla çevrili bir yerde, bir ağaca ya da kayaya çıkıp yada yere uzanıp gözlerimi kapatarak kendimi ağaçların,kuşların  böcekle-
rin sesine bırakarak uyumak, uyumak ,uyumak istiyorum.Uyandığımda olumsuzlukların ve yalnızlığın  olmadığı bir hayata uyanmak istiyorum.
                                                                                             22/01/2001  Zonguldak

KAPAMA GÖZLERİNİ, ÜŞÜYORUM

                                               KAPAMA GÖZLERİNİ, ÜŞÜYORUM

  Fenerbahçe' nin şampiyonluğu tüm yurtta sevinçle kutlanıyordu.Bu sevinçle mutluken onunla yaşa-
dığımız gel gitler devam ediyordu. Bütün gayretime rağmen  evliliği  düşünmediğini  söylemesi üzerine pes ettim  sonunda. Bir gün bir telefon  konuşmamızda  medem ciddi düşünmüyorsun bitirelim bu kısırdöngüyü deyiverdim.Birbirimize bir ay daha süre vermeye karar verdik.Hem
kendime hem de ona acı çektirmemeliydim.

   Artık evde oturup telefonunu beklemek istemiyordum.Çünkü  bu durum bana acı veriyordu.Bugüne
kadar beklemiştim de ne olmuştu?Pazar  günü başka bir köyle maçımız vardı.Kıyafetlerimi giyip vaktin gelmesini bekliyordum ki telefon çaldı.Arayan oydu.Kısa bir hal hatırdan  sonra sinemaya davet etti.Birden  şaşırdım ve mutlu  olduğumu  söyleyip buluşacağımız vakti  belirledik.Anlaşılan
  yokluğum onu  etkilemişti.Hemen  üzerimi  değiştirip yola çıktım.

   Zonguldak'a  gidince ilk işim arabayı park edecek bir yer bulmak oldu.Sonra  buluşacağımız
yere gidip beklemeye başladım.Biraz  sonra geldi.Ilıksu'ya  doğru  yola çıktık.Sahile inip saatlerce
 oturduk.Saatler su gibi akıverdi.Kalkıp hoş bir bahçesi olan bir restorantta bir şeyler yedik.Yol  boyu  hiç  ayrılmak  istemediğini keşke eve gitmek olmasa deyip  durdu.Anlaşılan  o da bana bağlanıyor, birlikte olmaktan  mutlu oluyordu.

     Otobüslerin kalktığı yere bırakıp döndüm.Aslında ben de hiç ayrılmak ve eve gitmek istemiyordum ama tüm güzel  saatlerin sonu  olduğu gibi o günün de sonuna gelmiştik.Bu güzelliklerin daha çok olması için bir şeyler yapması gereken oydu.O yüzden yüreğime taş basacak
ama üzülmeyeceğim.

                                                                                                    27/05/2001

GİTTİN ÖYLE Mİ?

                                                 GİTTİN ÖYLE Mİ?

  28 Haziran'da onunla son kez görüşmemizin üzerinden  neredeyse dört ay geçti. Zonguldak'a
gittim ilişkimi kesip yeni görev yerim İstanbul'daki görevime başladım. Ama onunla dialogumuz artık yok.Birkaç mesaj kırıntısını saymazsak....

    Haftada üç gün okul  dört gün tatil tam da istediğim gibiydi.Okulun kalabalıklığını saymazsak her şey yolundaydı.Hafta sonları canım sıkılmasın diye bağlama kursuna gidiyordum.

  Yoğun bir okul  günüydü.Öğle arasında yemek için dışarıya çıkıyordum ki telefona mesaj geldi.Gönderen oydu.Gönderdiğim doğum günü kutlama kartını  ve mektubumu aldığını yazıyordu.
On beş gün kadar önce de doğum günümü kutlamıştı.Ben de içimden geldiği gibi yazmıştım.Anla-
şılan yazdıklarımdan mutlu olmuştu.Çünkü  ''Yine döktürmüşsün ''  gibi bir ifade kullanmıştı.

   Aklıma  doğum günü olan 22 Ekim' de arayıp konuşmak fikri geldi.Sonra acaba doğru mu olur diye
tereddüt ettim.İçimden geliyorsa ve mutlu olacaksam niye kendimi engelleyecektim ki? Kararımı
değiştirmeden numarayı tuşladım.Hemen  düştü telefon. Sanki dün konuşmuşuz gibi sesi kulaklarımdaydı.Merhaba  diyerek lafa girdim.Sonrası  geldi zaten.Bir iki dk konuşma niyetindeydim
 ama o da  konuşmakta  hevesli  olunca beş dk fazla konuştuk.Konuşmadığımız süre içerisinde yaşadıklarımızdan bahsettik.Aklımda '' Gidince  değerini daha iyi anladım.''  sözü kaldı. Bir  de herhangi   biriyle çıkmadığımı sorması:'' Anlaşılan  o da beni  düşünüyordu. Onun  sesini duyunca acaip neşeli ve canlı hissettim kendimi.Sanki  sihirli bir değnek dokunmuştu.

  O da bir türlü  kopamadığını  söyledi.Aramama çok  şaşırmıştı.Kapatırken öpüyorum diyebildim.
O da ben de dedi.Yarının neler getireceğini bilmeden, çıkarsızca bir paylaşımdı bizimkisi.En  önemlisi üç  yıl duygularımı paylaştığım özel bir insandı.

   Bana '' Sana layık birini bul''  deyişi  de bana verdiği değeri gösteriyordu.Bu kızı neden evlilik düşüncesine sokamadığım benim için bir sır olmaya devam ediyor.


                                                                                                     22/10/2001   İstanbul

KIŞ KIŞ

                                                 KIŞ KIŞ

   Erken bastıran kış okulların tatil olmasına sebep oluyordu.Çünkü okul için uygun şartlar yoktu.
Kimileri seviniyor kimileri ise tatilde sıkılırım diyerek üzülüyordu.Haftanın son günü ilk ders
için  sınıfa  girmiştim.Çocuklar ''Kar yağıyor hocam''  deyince pencereden dışarı baktım.Lapa
lapa yağıyordu.

    Çocuklara kış ile ilgili hayaller kurdurup dikkatlerini pencereden sınıfa çekmeye çalışıyordum
ama bastıran kar yağışı çocukların dikkatini toplamamı engelliyordu.Pencereden   dışarı bakınca
okul bahçesindeki arabaların yavaş yavaş dışarı çıkarıldığını gördüm.Yollar kapanmadan okulun
önündeki yokuştan çıkmak istiyorlardı.Teneffüste ben de alırım diyerek derse devam ettim.Zil
çalınca okulların tatil olduğunu öğrendim.Hemen  dışarı çıkıp arabayı yokuştan çıkarmak istiyordum.
Okulun bahçesinden çıktım ama yokuşu çıkamadım.Her kafadan bir ses çıkmaya başladı.Arabanın kaputuna iki çocuk oturttum olmadı, arkaya oturttum olmadı.Vitesi ikiye alıp denedim olmadı, olma-
dı, olmadı.

     Bu arada kar yağmaya devam ediyor fakat arabanın önüne ve arkasına oturmuş çocuklardan hiçbir
tarafı  göremiyordum.Bu arada ağırlık yapsın diye birkaç çocuk da arka koltuğa oturmuştu.Kafasını
uzatan şöyle yap, böyle yap diye akıl veriyordu.Sonra hepsine kızıp arabayı okulun yanına çektim.
Yaşadığım şoktan kurtulmaya çalışıyordum.Birkaç  öğrenci ile sohbet ederken bir öğrencim oradan geçmekte olan çekiciyi çağırabileceğini  söyledi.Çocuğun babasınınmış çekici.Git çağır dedim ama geleceğinden pek de ümitli değildim.Bir baktım çekici geliyor.''Kul bunalmayınca Hızır yetişmezmiş
O kısacık mesafeyi çekici ile çıkarken çocuklardan biri araç ile çekici arasına düşmesin mi?Çelik halat ile araca bağlı olduğumdan ne yapacağımı şaşırdım.O an direksiyonu sağa kırmayı akıl edebil-
dim.Çocuk da bu arada hızla ayağa kalmış ezilmekten son anda kurtulmuştu.Allah hem çocuğu hem de beni korumuştu. Sonra sabah evden çıkarken kediye verdiğim bir dilim peynirin iyiliği ya da babamın duasını almamla  korunduğumu düşündüm.

     Eve varınca okulun önünde yaşadıklarım, çocukların arabanın etrafını sarışları korku filmi gibi aklıma geliyordu.Cuma namazına gittim.Namaz boyunca aklımda  yaşadıklarım vardı.Ne  gündü
be diye düşünürken daha kötü durumları yaşamamak için Allah' a sığındım.

   İstanbul'da ve tüm yurtta hayat felce uğrarken haberlerde sokakta donanlar, doğalgaz ücretini ödeyemeyenler, battaniyeye sarılanlar....Kış kış git demek gelse de içimden nice güzelliklerin ve rahmetlerin de bu mevsimde olduğunu düşünmeden edemedim.
                                                                             
                                                                                             09/01/2002  İSTANBUL

11 Aralık 2015 Cuma

YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR


  Ürkek, masum bir kuş gibi yaklaşıp uzaklaşmanın sonunun nereye gideceğini ben de bilmiyorum.
Her ciddi konuşmam sende bir panik havası estiriyordu.Oysa ben senin mutlu olmanı istiyordum,
BENLE YADA BAŞKASIYLA. Bana kalsa evlilik üzerine konuşmanın vakti gelmiş de geçiyordu.
Ama sen evlilikten bahsetmek bir yana  ciddi bir ilişki ifadesinden bile hoşlanmıyordun. Ya da  öyle gösteriyordun. Çünkü sen hep kendini engellediğini söylüyordun.Yapacak bir şeyim yoktu.Çünkü benden bir şey istemiyordun.Ben de seni öyle kabullenmiştim.

   Şimdi belki de yolun sonuna geldik.Bu defteri bana yazmam için vermen  bir işaret olabilir. Belki
 iki ay sonra memleketime döneceğim.Benim için sen hep hoş anılarda olacaksın. Bilmiyorum beni hatırlar mısın ama ben seni hiç unutmayacağım. Çünkü üç sene yüreğimi paylaştım, sesini beynime, yüreğime kazıdım.

  İsterdim ki  bir ömür olsun ama kısmetten fazlası gerçekleşmiyor.Senin değerini bilecek bir
insanla karşılaşmanı canı gönülden isterim. İsterdim ki evlenmeyi düşündüğün yıllarda başka şartlarda karşına çıkayım ama kader, kısmet..

  Hem balığın iyisini acemi balıkçılar, armudun iyisini de ayılar yermiş.Annem derd ki: !! Oğlum
insanda kötü şansı olsun.!! Yani iyinin kaderi iyi olmazmış.

   Aslında yazsam defteri dolduracak kadar dolu duygular taşıyorum ama buna hem zaman hem de
gerek yok.Son olarak seni tanıdığıma sebep olduğu için telefonu icad eden adama teşekkkür ve de Allaha şükrediyorum.Çünkü  güzel bir yüreğe, güzel bir yüze sahipsin. İnşaallah talihin de güzel olur.SENİ SEVİYORUM.

  Ömür boyu  sesini duymak, yüzünü görmek, gözlerinin içine bakmak, elini tutmak , hayatımı
paylaşmak isteyecek kadar.. Yolun açık olsun..Allaha emanet ol.

                                                                                          TERAZİDEN TERAZİYE...

                                                                                            28/04/2001

SÜMBÜLÜMÜN KARESİNE-3

                                                        DUYDUM ELLERE YARMIŞ

   Tek tük ısrarımla gerçekleşen buluşmalarımız da olmasa birbirimizin yüzünü unutacaktık.
Her gelişin ayrı bir faciaydı.Gözlerin hep uzaklarda, aklın bir yerlere takılı ve bir an önce gitmek ister gibiydin.Hayal kırıklığı ile ayrılıyordum çok seferinde.

   Sana daha yakın olmak ve tanımak için bilgisayar kursuna yazıştım.Bir anda neler olduğunu anlayamadan seni kaybettiğimi anladım.İnsanın fikri de duyguları da elbet değişebilirdi ama bunu benle paylaşmalıydın.Seni o minibüste bir başkasıyla görünce bir çuval incirin berbat olduğunu anlamıştım.Sonrasında birbirimizi uzaktan görüp konuşamamak ve düşmanca soğukluk ne kadar acıydı. O zamanlar kendi kendime dedim ki insanoğlu çiğ süt emmiş demek buymuş.

    Telefonda konuşmaya doyamadığım o ses böyle davranabilir miydi? Hayatın içiinde hayal kırıklıkları da vardı.Öyle ya zorla güzellik olmazdı.Bir insan eğer diğerini istemiyorsa ona güle güle demek de bir olgunluk ve hoşgörü değil miydi?  Ve o çok sevdiğim sesinden sohbetlerinden beş altı ay uzak kalıyordum. Ömür boyu da duymak istemiyordum.Çünkü ben sevgimi, ilgimi, yüreğimi vermiştim.Sen ise sırtını dönüp gitmiştin.

    Doğum günümde arayıp küllenen ateşi üflemen olmasa yokluğuna da alışıyordum.Ah o sesin yok mu? Sesinde pişmanlık dolu ifadeler öfkemi azaltmıştı. Zannettim ki bu sefer ciddisin. Sonraki günlerde anladım ki öyle değilmiş.Sonra yine kaldığımız yerden konuşmaya devam ettik.Benimle
görüşmek için annenle tartıştığını söylemen biraz değiştiğini gösteriyordu.Özellikle evini merak ediyorum demen kendinle mücadele içinde olduğunu düşündürttü.

    Aslında bitip tükenmek bilmeyen arayışların bana karşı sadece alışkanlık olamazdı.Çünkü bir alışkanlık bir süre sonra bıktırırdı.Bıkmadığına göre....

    Yaşadığım sözlümden ayrılmadan sonra ilk defa birine bu duyguları hisetmiştim.
Belki sonumuz yoktu ama olsundu.Şairin dediği gibi- Sevmeyen yürek göğsümüzde paslı bir yüktü.-
Veya benim deyişimle yürekler sevgiyle çarpmamışsa, çarpmıyorsa, çarpmayacaksa o zaman çarpmasın-dı.


GEÇİP GİDEN HU HU ZAMANLARI HU HU

                                        SÜMBÜLÜMÜN KARESİNE -2-

  Günübirlik  ilişkilerin  ve düzeysiz arkadaşlıkların  ve çok sık yaşanan hayal kırıklıklarının kol gezdiği günümüzde bir insanı sevmek, ona yüreğini açmak o kadar zordu ki! O yüzden epey bir
süre seni ciddiye almamıştım.Çünkü ben çok duygusal, alıngan ve ince yapılı bir insandım.
Beni anlayacak insanın biraz sabırlı ve beni sevdiği için hassas taraflarıma  da katlanması gere-
kiyordu.

    Sen, yaşıtlarından çok farklıydın.Çünkü senin yaşıtların senin taşıdığın ağırlığın, ciddiyetin ve
 sorumluluğun yarısını bile taşımıyordu. O yüzden senin de öyle yanların olabileceğini düşünerek kısa bir süreli paylaşım olarak bakmıştım önceleri.Ama sen öyle olmadığını sabırla ve ısrarla arayarak, sonu gelmez konuşmalarla gösteriyordun.

 Sen iş yerindeki sıkıcı ortamdan bulduğun her fırsatta arıyordun.Bense okul ile ev arasına sıkışan hayatımda sesini duymakla ferahlıyordum.Neden ferahlıyordum?

   Çünkü ses tonunda sanki bir büyü vardı.Sesin kulağıma ve yüreğime o kadar tatlı akıyordu ki...
Bu bir ırmağın sesini ya da kuş cıvıltısını dinlemek gibi beni dinlendiren bir sesti. Fakat sadece
sesinin hoşluğu değildi beni saatler süren konuşmalara bağlayan.Çok akıllı,mantıklı ve anlayışlı, tu-
tarlı cümleler kuruyordun. Aslında önceleri pek cümle de kurmuyor'' Ben dinlemeyi severim''
diyordun.Senin her sesini duyduğumda bomboş hissettiğim evimin şenlendiğini anlıyordum.

   Gün oldu yemek yemedik konuşmayı yeğledik, gün oldu o soğuk odalarda birbirimizin sesiyle ısındık.Gün oldu en doğal ihtiyaçlarımızı erteledik bir iki dk. daha  birbirimizin sesini duyabilmek
için.Özellikle sen  zır zır zır çalıp duran telefonlar arasında ne kavgalar vererek bana ulaşıyordun.

  Fakat geçen günlerde  senin yüreğinin kilidini açmak bir türlü kısmet olmadı.Diyordum ki bu kız benim sohbetimi seviyor ama beni sevmiyor.Tersi olsa o da benim gibi görüşmek için fırsat aramaz
mı?Bu arada araya tatiller giriyor ben İst.'a gidip geliyor çeşitli kızlarla görüşüyor fakat hiçbirine ısınamıyordum.Ve her şeyi de sana anlatıyordum! Bunları sana anlatırken sesinin titrediğini de
hissediyordum. Belki bir alışkanlığın biteceğini düşündüğün için üzülüyordun.Kısacası bana alıştı-
ğını biliyordum.

 

SÜMBÜLÜMÜN KARESİNE

                           SÜMBÜLÜMÜN KARESİNE

     Yaklaşık üç yıldır gel gitlerle süren arkadaşlığımız, dostluğumuz istediğim halde bir türlü ciddi bir ilişkiye dönememişti. Gel zaman git zaman kopmak noktasına bile geldi ama kopamadık.Sonra ne mi oldu? Gittikçe birbirimizin sesini duyamadan yapamaz olduk.Ve bir gün ona ''Seni seviyorum'' deyiverdim.Yüreğimden dökülmüştü bu iki kelime.

   Sonrasında yine bir şeyler oldu ama bir türlü ciddi bir noktaya ulaşamadık.Günler  de gelip geçiyordu.Yaz kış demeden bıkmadan sohbet ediyorduk.Ara  sıra buluşmalar da pek tatsız geçiyordu  çünkü kendisini sıkıyordu ya da aklı karışıktı.

   Sonra bir gün buluşmaya karar verdik.Birlikte piknik yapacaktık Hava çok güzeldi.Telaş içinde an-
nesiyle yaşadığı gergin dakikaları anlattı..Uygun bir yere gidip piknik malzemelerini arabadan indirdik.Üç aydır görüşememenin verdiği heyecanla kesik kesik konuşuyor ne yapacağımızı bilmi-
yorduk.Sonra zamanla birbirimize ısınmaya başladık.Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorduk.Doğru
dürüst bir şeyler bile yemek istemedi canımız birlikte olmak yetiyordu.

   Saat yedi buçuk civarında kalktık. Onu yol ayrımında bırakıp evin yolunu tuttum.Bana vermiş olduğu deftere onunla ilgili duygularımı sıcağı sıcağına yazdım.

                                 GEÇİP GİDEN HU HU ZAMANLARI HU HU

  Bu defterin ilk sayfasını bana yazdırmakla senin yüreğindeki önemimi gösterdiğin için çok memnu-
num. Yıllar sonra bu deftere yazmış olduğum bizi hatırlatacak satırları okuduğun zaman o anları hatırlatacak en güzel cümleleri seçmek o kadar zor ki! Ama ben kalemin akışına bırakmaya gayret 
edeceğim.

  Soğuk  ve fırtınalı bir günde tir tir titrerken birden açan  güneş ışığının sıcaklığıydın benim için.
O güneşin çok kısa süre için çıktığını ve biraz sonra kaybolacağını düşündüm hep.O yüzden önceleri pek de önemsemedim o sıcaklığı.Sıcaklığı başkalarında aramaya devam ettim. O ise günden güne ısısını arttırarak  yaşadığım titremeden kurtulmamı sağlıyordu.Hep merak edip durdum sonumuz ne olacak diye!

  

28 Temmuz 2015 Salı

SATMIŞIM BU DÜNYANIN ANASINI-Bir şarkı sözü



                                       SATMIŞIM BU DÜNYANIN ANASINI...

        Günlerden cuma...Cuma deyince aklıma cuma günleri çocuklar sınıfta yaramazlık yapınca  onları cezalandırmamak için ''Neyse bu seferlik affediyorum, çünkü bugün mübarek gün.'' deyişim aklıma  geliyor.

      Kendimi bildim bileli hangi psikoloji içinde olsam da cuma namazına gitmeye gayret ediyorum. Çünkü  ortamın farklı bir ruhu var. O kadar farklı karakterde insan tek kişinin anlattıklarını dinlemesi ilginç geliyor.
 
       O gün  yine derslere girip çıkarken  çocukların bazılarının konuşmalarından doğum günüm için hazırlık yaptıklarını anladım.Hazırlıklarını fark edip de fark etmemiş gibi davranarak sürpriz yapma isteklerini dumura uğratmak istemiyordum.(  Ne cümleydi ama başa dönmek bile yorar adamı:))  Neyse ''Hocam  kütüphaneye  gelir misiniz?''  sözü  üzerine bir iki dakikalığına sınıftan  ayrıldım.

         Kütüphaneye gidince üç dört öğretmen arkadaş  ve on on beş öğrencinin ''İyi ki doğdun Serkan''
nidalarını ve mumların ışığı altındaki pastada  -Senin için  öğretmenim-  yazısını gördüm.Yanan  mumları üfleyip mahcubiyet içinde  pastayı  kestim.Şaşkınlıkla birlikte tatlı bir sevinç yaşıyordum. Bu kadar  uğraşın benim için yapılmasından hem memnun hem de kendimi borçlu hissediyordum. Neyse mumlar  söndürüldü, pasta kesildi.Öğrenciler hediyelerini verdiler.Birkaç fotoğraf çekilip sınıfa döndüm.Tüm sınıf hep bir ağızdan bir dakika boyunca ''İyi ki doğdun Serkan''diye bağırınca  yine tuhaf hisler içine girdim. Tabi ki böyle bir sevgiyi hangi insan istemez?Çok mutlu olmuştum. Günüm  öğrencilerin yoğun  sevgisiyle  geçiyordu.

      Cuma namazından sonra öğle yemeğini bir lokantada yiyip çocukların hali sahadaki maçını yönetmek için halı sahaya gittim.Daha sonra öğretmen arkadaşlarla oynayacağımız vardı.Güzel bir maç oldu.Terlemek ve hoş vakit geçirmekti amaç.

      Biraz  sonra başımıza geleceklerden habersiz duş almadan elimizi yüzümüzü yıkayıp arabaya bindik.Arkadaş içecek bir şeyler aldı.Çok soğuk olduğundan içmeden hemen arabayı çalıştırmam kaderin ördüğü ağlara doğru bizi yaklaştıran saniyelik detaylardı.Radyoda '' Satmışım bu dünyanın  anasını ''  diye hareketli bir parça çalıyordu.Arkadaşlar Ben Deniz'in klibi kadının performansı üzerine konuşuyorlardı  ki önümüzde dört yol ağzına  geldiğimizi  ve bir beyaz arabanın sol taraftan önüme doğru ilerlediğini görmemi son iki saniyeye  bırakıyordu.Fark  edişim frene basışım ve güümmm  sesi, mıktanıs  çekiyormuş  gibi arabayla çarpışmamız  hep o şarkıya  aklımızın  takılı  olduğu  saniyeler içinde  gerçekleşti.Arabayı  biraz  geri alıp sakin bir şekilde arabadan indim.

         Hasar ne idi anlamaya çalıştım.Sol far kırılmış tampon ve motorun üstündeki üstündeki kapak hasar görmüştü.Karşı tarafın ise daha azdı hasarı.Yavaş yavaş kalabalık toplanıyor 'Geçmiş olsun'' lafları  kulağıma geliyordu.Sanki  yaşanılanlar  kötü bir  rüyanın hızla akan görüntüleriydi.İyi de bu rüyadan çıkış nasıl olacaktı?Trafik ekiplerini arayıp kaza yerini söyleyip beklemeye başladık.Biraz sonra gelen polisler evrakları istedikten  sonra arabaları kenara çekebilirsiniz dedi.

      Anayolda bir sokak lambasını altına aracı park edip polisleri takip etmeye başladık.Tutanak tutuldu.Beterin beteri vardı.Bir insana çarpmış olabilirdim ya da karşı taraf  benim olduğum tarafa çarpabilirdi.Bir yıl daha geride kalmıştı.Unutamayacağım hadiselerle dolu bir doğum günü olmuştu.Demek dünyanın anasını satarsın ha..:)))))

                                                                                           05/10/2002   İstanbul



   

cambaz

                                                                          CAMBAZ
   Şemsettin  Pınar’ın  ‘’Doğmamış  İnsanla Konuşmalar’’ kitabını okuyorum.Ora- da  altını çizdiğim cümlelerden biri’’Hayat  doğum ile ölüm arasına  gerili bir iptir insan bu ipte cambaz olmalıdır.’’ Yani dinimizin sırat-ı müstakim dediği yol.

     İnsanın   yaşadığı  tehlike cambazın yaşadığı tehlikeden daha az değil.Çünkü cambazı  aşağıda  koruyan  çelikten ipler oluyor.Oysa insan bir kez düşmeye görsün, onu koruyan  hiçbir şey yok.Bazen ayağımın kaydığı düşecek gibi olduğum, fakat son anda toparladığım anları hatırlıyorum.İşte o zamanlar ruhum sıkılıyor, başım  dönüyor.

     Dünya, hayat ile ölüm arasında gerili ipten düşenlerin hikayeleriyle dolu. Meyhaneler,kumarhaneler…Küfür karanlığına  ve dalalet  sapıklığına düşenler ise dipsiz kuyuda  yol alanlar  gibi…İslam buna sefillerin de aşağısı diyor.

      Hayat  kuşu  bir gün  ölüm penceresinden bir kelebek gibi uçacağı halde, biz insanlar ölümü kendimize hiç yakıştıramayız.Başkalarının ölümüdür ölümden anladığımız.Hz. Ömer’in dediği gibi ‘’ Nasihat istersen ölüm yeter.’’sözünü hep başkalarına öğüt vermek için kullanırız.

       İşte  ölüm bir gün  bizim  de kapımızı çaldığı an. Gerili ipin sonuna ayakta varmak, işte tüm mesele burada belki.İnsan nefsinin peşine gittikçe o ipten aşağı düşecekmiş gibi oluyor.Nefsini yenmek için uğraşmış ve bunu başarmış insanlar hevayı bırakıp  havaya binmişlerdir.

                                                                          05/05/1993

SERAP

                                                             SERAP
     Allah’ın biz insanlara verdiği en büyük nimetlerden biri de şüphesiz hayal dünyamızdır.İnsanın içinde bulunduğu zor durumları aşmasının en büyük kaynağı da yine hayal gücümüzdür.Beki ümit denilen kuşu uçuran da odur.

     Yarının meçhullüğünü bize sevdiren de yine hayaller değil midir? Eğer  insan  yarının bugünden iyi olacağını  düşünmezse yarına  çıkmanın ne anlamı olurdu?

      Sevdalanırız  hayal kurarız, üzülürüz hayal kurarız, sevinir yine hayal kurarız. Şu dünya üzerindeki insanlar eğer birbiriyle aynı ortamı paylaşabiliyorsa  yine yarının  cazibesine kapıldıklarından olsa gerek.

       Dikkat edersek  ideallerin  hayalle başladığını ve sonra netice verdiğini görürüz.Hamile olan kadın çocuğu üzerine, öğrenci diploma, asker terhis, müminler  cennet hayali  kurmuyor mu? Demek ki doğum ile ölüm  arasındaki o yolu  yürürken insan hayalsiz yapamıyor.

        Peki  hiçbir hayali olmayan insan yok mu? Elbette vardır.Zaten  biz o insanlara tv. Ekranlarında, gazete sayfalarında  sık sık rastlıyoruz.İntihar  girişiminde bulunan insanların işte bu hayal denilen mucizevi gücünün iflas  ettirdiklerini anlıyoruz.


        Aslında  hayaller  seraba çok benziyor.Tam  hayalime  ulaştım  diyorsun bir bakıyorsun kafamızda yeni hayaller şekillenmiş bile.İnsanın  hayalleri biterse  karanlık bir odada yaşayan kimseden farkı kalmaz.Artık  yürünecek yol, gidilecek yer kalmamıştır.Ve  en  güzeli  de hayallerin, hayal ettiğimiz şeylerden daha güzel olduğu gerçeğidir.

13 Temmuz 2015 Pazartesi

BİR ÖĞRENCİ BİR HİKAYE BİR DRAM...




               BİR   ÖĞRENCİ   BİR    HİKAYE   BİR   DRAM

  Bugün maaş günüydü.Acele bir şeyler atıştırıp evden çıktım.Maaşı alıp borçları ödemek için diğer bankalara gittim.O bankadan o bankaya giderken ders saatinin yaklaştığını ve henüz tıraş olmadığımı hatırladım.On  dakika sonra berberdeydim Durumu izah ettim ama adamın aklı cep telefonundaydı.Telefonun özelliklerini ve menülerini ezberden anlatıyordu.

    Arabayı   park edip sınıfa çıktığımda on dakika geç kaldığı anladım.Çocuklara durumu izah edip  derse geçtim.Teneffüste bir öğrencim benimle konuşmak istediğini söyledi.Bir arkadaşının sıkıntısını anlatıp yardımcı olmamı istiyordu. Sorunu olan E.yı  çağırıp konuştum.

   Önce erkek arkadaşıyla olan ilişkisini anlattı ağlayarak.Abisine söylerse dayak yemekten korktuğunu söyleyince ya sevdiğin için zorlukları göze al ya da aile -  istediği gibi davran dedim.

   Sonra asıl sorunun ailevi olduğunu söyleyerek ağzından baklayı çıkarttı.’Yugoslav göçmeni  bir anne ile  doğulu bir babanın  kızı olduğunu , babasının evli  bir kadınla ilişkisi  olduğunu , evlerinde huzur kalmadığını , anne babasının bir senelik bir boşanmadan sonra bir araya geldiklerini anlattı, anlattı, anlattı…

    En ilgin olanı, babasının  annesinin serçe  parmağını kesmesi  ile  kızı ve annesini soğuk bir gecede balkona atmasını anlattığı bölümdü.Daha çocuk  yaşta  tramva  düzeyindeki bu  hadiseleri  yaşayan bir çocuktan nasıl okul başarısı ve hayata mutlu bakması beklenirdi ki? Çocuk bu durumda ne yapmalıydı? Ben çocuğa nasıl yardımcı olabilirdim?

  Rehberlik  servisine gidip gitmediğini sordum.Gittiğini  fakat olumlu bir katkısı olmadığını söyledi.Anlattığı kadarıyla kız evden kaçmak istiyordu. Kaçınca yaşadıklarından kurtulacağını düşünüyordu.Dilim  döndüğünce  ev dışı bir çözüm aramasının yanlış olacağını anlattım.İlgiyle dinliyor ama yine de kaçmaktan ,uzaklara gitmekten, intihardan bahsediyordu.

      Dedim ki bak beni iyi dinle:Sana nasihatım böyle böyle  böyledir.Hayat budur, kader şudur.Sabretmen ve olaylarla mücadele etmen  gerekir.Yine de illa ben böyle yapacağım diyorsan bir şey diyemem dedim.Derken iki saatlik boş ders vakti bitmiş derse girme  vaktim gelmişti.Son   sözümü söyledim: Bugün mutlaka evine git ve konuştuklarımızı düşün.İçinden geçenleri yaz.Yine fırsat  olursa paylaşmak istediklerini konuşuruz, dedim.Ama eğer eve gitmezsen bir daha sana yardımcı olmam, dedim.Durumu müdür yardımcısına kısaca anlatıp derse girerken E.nın çantasını alıp okuldan çıktığını gördüm.Derse gelseydin dedim.Yok  hocam gitmek istiyorum deyince sen bilirsin diyerek derse girdim.  Selamlaşma faslından sonra ön sırada oturan bir öğrencim o  kadar dikkat etmiş ki  hocam of  çektiniz canınızı bir şey mi sıktı deyince  ben de konuşmak istiyordum.Dersi bir kenara bırakıp  bir ders boyunca rehberlikle ilgili öğrencile- rin aile sorunları, mücadele  yöntemleriyle ilgili konuştum.Onlar da ilgiyle dinlediler.Söz alıp onlar da duygu ve düşüncelerini anlattılar.

    Teneffüste çocuklar E.nın sorunuyla ilgili konuşmak istediklerini söyleyince durumdan haberim olduğunu  E.’la konuştuğumu söylerken kütüphaneye E.  gel di.Gözyaşları kesilmiş rahatlamış gibiydi.Hocam  sizin  söylediklerinizi yapacağım ve eve gideceğim deyince çok mutlu oldum.Belki geri dönüşü olmayacak hataların başlangıcı olabilecek bir olayı önlemeye vesile olduğum için sevindim.Zaten   ona  da dersimin o gün boş olmasının ve kendisiyle konu- şacak zaman bulmamın bir şans olduğunu anlattım.

      E.’yı  dinlerken onunla birlikte ben de üzülmüş ve gerilmiştim amam insan olmanın gereği de insanlara zor zamanlarında yardımcı olmak  değil miydi?

      Son  dersten çıktığım zaman sabah maaş telaşıyla başlayan koşturmacanın ne kadar hızlı ve yoğun geçtiğini, ilginç olaylara şahit olduğumu düşündüm.Öğret – menliği bu yüzden seviyordum.Orada bulunmamın birilerinin hayatına olumlu bir katkı sağladığını düşünmek, insanlara faydalı olabilmek müthiş huzur veriyor.

      Zaten  eğer başka insanların  dertleriyle dertlenmeyecek isek kendimize   ne insan ne müslüman diyebiliriz.’’İnsanların  en hayırlısı insanlara faydalı olandır’’ buyuran Peygamberimizin(S.A.V)  sözüne layık ve uygun yaşamayı nasip et Allah’ım! Yar ve yardımcımız ol! Amin, amin ,amin.

                                                                            15-Aralık-2005  İstanbul

11 Temmuz 2015 Cumartesi

SULU ŞAKA



                                                     SULU  ŞAKA
       Sıcakların bastırmasıyla birlikte  katalitik sobaya yapıştığımız günler geride kalmıştı.Evin  önündeki  düzlük alana halı sermiş, tv u dışarıdan seyerederek  oturuyorduk.Bu  sırada ev arkadaşlarımdan Bülent elindeki bir bardak suyu Atalay’ın üzerine döküverdi.Atalay bu şakaya fazla bir tepki göstermedi.Aradan biraz zaman geçtikten  sonra Atalay kısasa kısas yapıp intikamını aldı.
        Bunun üzerine Bülent bir leğen suyu üzerimize döktü.Böylece bir bardak su ile başlayan sulu şaka  büyümeye başladı.Bizi ıslatan arkadaş odasına kaçtı. Biz dört arkadaş intikam yemini etmiştik.Fakat odasına kaçmış bir adamdan nasıl intikam alacaktık?Aklımıza  hortumla  penceresinden  su sıkmak geldi. Fakat o bizden hızlı davranıp pencereyi kapatmıştı.Biz de Bülent’in odadan çıkmasını sağlamak için  hortumu odasının kapı altından içeri sokarak suyu açtık.
      Beklentimiz odaya su  doldukça  Bülent’in  dışarı  çıkmasıydı.Elimizde su  dolu kaplarla  bekliyorduk.Fakat  işler hiç  deumduğumuz gibi olmadı.On dakika  kadar içeri su tutmamıza rağmen  içeriden  ses gelmiyordu.En  sonunda aşağı kata su damlayabileceğini düşünerek  hortumu kapadık.
    Bülent’i  odadan  çıkarmak için başka bir yol  düşünmeye başladık. Tanıdık bir polis arkadaşı çağırıp’’İçeride hırsız var diyelim’’ diye  dışarı çıktık  ama sonra  bu düşünceden vazgeçtik.  Geri  döndüğümüzde Bülent’in  evdeki tüm kapları  doldurduğunu anladık.Hatta hortumu bile hazırlamış bizim eve dönmemizi bekliyordu.
      Saat  epey ilerlemişti.En  sonunda bekleyerek bir şey olmayacağını anladık  ve ıslanmayı göze alarak  içeri girdim ama üçüncü kez sular kafamdan aşağı  boşaltıldı.Bülent şort ve atletle dışarı fırladıçŞimdi ben onu ıslatma derdine düşmüştüm.Diğer arkadaşalrı çağırarak kapıyı kapattım.Bülent  dışarıda kalmıştı şort ve atletle.Biraz tv  izledikten sonra ışıkları kapatıp yattık.Çatıdan sesler gelmeye başlayınca  pencereden elimi uzatarak çatıya çıktığı merdiveni aldım. Böylelikle  çatıdan inemeyeceğini ve çatıda sabahlayacağını düşündüm.
      Bu  arada  yastığımın ve çarşafımın penceredn alındığını fark etttim.Yatmamızla birlikte çatıdaki  sesler de artmaya başladı.Sonra telefonun telinin çekildiğini anladık.Fakat bir süre sonra yere indirdiğim merdivenin çatıya doğru çekildiğini gördük.İnanamadım.Dışarı bakınca gerçekten merdiven yerinde yoktu.Korku  filmlerindeki  gibi ilginç olaylar yaşamaya başlamıştık. Bir süre sonra Bülent  çatıdan inmiş pencereye vurup duruyordu. Biz uyumuş numarası yapıp ses çıkarmadık. Ardından salonun camından kolunu uzatıp kapıyı açmaya çalışıyordu ve bir süre sonra kapıyı da açtı.Yattığımız yerde  donakalmıştık.Bülent’in  ne yapacağını merakla bekliyorduk. Bir  süre sonra yattığımız odaya gelip önce ışıkları açtı ve elindeki  su dolu  sürahiyi  kafamızdan  aşağı  döktü.Biz  o  şaşkınlık  içinde  hem  gülüyor  hem de ıslak giysilerden  kurtulmaya çalışıyorduk.
         Hırsını alamayan Bülent  hortumu  takıp kapıları kilitlemiş olan diğer arkadaşın penceresinden içeri su  sıkmaya başladı.Ardından  bizlerin hayret  dolu bakışları içerisinde  gecenin ikisinde çatıya çıkardıklarını indirmeye başladı.Bu sırada odasından çıkan diğer arkadaş elindeki bir tencere suyu  merdivenden inen Bülent’in  suratına  döktü.
       Her  taraf  sular içerisinde  kalmıştı.Bir  bardak  su ile başlayan  şaka  gece yarısına kadar  sürmüştü.Belki  de bir senelik yoğun  çalışma ortamının  verdiği  stresin etkisiyle böyle bir çılgınlık yapmıştık.Ama  çok rahatlamıştık.
      Uykumuz da kaçmıştı.Sohbet uzadıkça uzadı.Uyku bastırdığı zaman saat sabahın   beşi olmuştu.Ertesi gün okula gidecektik.Allah’tan  karışan yoktu.Ben müdür vekili arkadaş da öğretmenimdi.Uykudan uyandığımızda öğle ezanları okunuyordu.


                                                                   Haziran-1996-  İslahiye-ANTEP

6 Temmuz 2015 Pazartesi

MEZARDAN BAKIŞ




                                            MEZARDAN  BAKIŞ

     Bir  akşam üstü radyo  dinlerken bazı   cümleler dikkatimi  çekti.Radyodaki  ses    diyordu ki:   ’’Bizler    bazen   mezarları   ziyaret   edip   onların     hallerini düşünüyoruz.Dürbünü ters  çevirsek acaba onlar bizim hakkımızda neler  düşü-
nüyorlardır? Bir hayal  edeyim  dedim:

        Biz  de  sizin gibi  bir zamanlar şu  sokaklarda dolaşıyorduk.  Kimi   zaman gafletle, kimi  zaman unutmakla geçerdi  günlerimiz.Biz de bir zamanlar  günah deryasında    yüzerdik   .Mezara   girip  de hesap  vereceğimiz  aklımıza bile gelmezdi.

      Biz  de geçim  derdiyle  akşama kadar çalışıp  yorulurduk. Hayatımızın gayesi  yemek için  çalışmak olmuştu adeta.Anmazdık hastalanmayınca Allah’ın  adını.  Gel  gör ki ölüm ansızın gelip bizi  yakalayınca boşa  kürek  çektiğimizi  anladık.

      Biz  de gülüp  oynar  günümüzü gün etmeye çalışırdık.Çekirdeğin  kabuğunu  doldurmayan  meseleleri konuşur faydasız işlerle meşgul  olurduk.Ah  dünya  nasıl da kandırdın ve oyaladın bizleri yalancı  güzelliğinle.!

    Şu  zavallı  insanlara sesimizi  duyurabilsek  de bizlerin  düştüğü duruma düşmemelerini sağlasak.
                                Şöhret  , gençlik ve gurur
                                Mezar hepsini alır.            Victor  HUGO

     ‘’Bu  dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.Ahiret yurduna gelince işte gerçek hayat odur.Keşke  bilselerdi.’’
                                                                                         Ankebut-64


30 Haziran 2015 Salı

ÇİNGENENİN FALI




                             TATİL-TEMMUZ-İSTANBUL

    Okulların kapanmasından  sonra seminer çalışmaları içim oyalanıp durduk Zonguldak'ta.İstanbul'a
gitmeme iki gün kala ev sahibi geldi.Akşam yemeğini yiyordum.Kiradan ve evin temizliğinden bahse
dince tepem attı.Zaten moralim bozuktu çünkü Belinay aramamıştı.Oysa  gideceğim günü bile ondan gelecek habere göre ayarlamayı düşünüyordum.O ise sessizliğini koruyordu.Dayanamayıp mesaj attm
Epey  bir süre sonra aradı.Son  buluşma konusunda  kararsız olduğunu yeni bir arkadaş edindiğini ve
onun bu buluşmaya karşı olduğunu söylüyordu.Peki dedim.Hakkını helal et deyip kapadım telefonu.

    Ertesi gün arkadaşlarla piknik yapacaktık.Yola çıkmada son kez arkadaşlarla olmak istedim. B. le aramızdaki gerginliğin etkisinden bir nebze olsun kurtulmak istedim.Yıldızlar altında gece bire kadar oturduk.

  Eve gelip yatmak üzerydim ki cep tel masaj geldi.B. göndermişti.Fotoğraflarını istediğini ve iyi yolculuklar dilediğini belirtiyordu.Uzun uzun cevap yazdım:Sevgimi hak etmediğini üç günlük tanıdığının lafıyla üç yıllık arkadaşını yolcu etmediğini, vefasız olduğunu beni ikinci kez sattığını yazdım
   Sabah sekizde tel çaldı.Uykulu gözlerle açtım telefonu.B .di.Şaşırdım.Sesi titriyor ağlamaklı
konuşuyordu.Yazdıklarımı hak etmediğini ve çok bozulduğunu söylüyordu.Ben ise yazdıklarımı düşünerek yazdığımı pişman olmadığımı söyledim.Benim de ses tonum  ağlamaklıydı.Dayanamayıp kaçta gideceğimi sordu.Kendi arabamla gideceğim için  belli  bir saati olmadığını ama öğleye doğru çıkmayı düşündüğümü söyledim. İzin alıp gelmeye çalışacağını söyledi.Eşyalarımı  hazırlayıp ondan gelecek mesajı bekliyordum.Aramıyordu.Evden çıkarken mesaj çektim o da yolda olduğunu  çıktığını belirtti.

      Son kez onu  göreceğim için içimde buruk bir sevinç  vardı.Hani bir şarkıda diyordu a: Son bir sigara iç öyle git gideceksen.Bir sigara içimi olsun birlikte olmak düşüncesi mutlu ediyordu.
Zonguldak'a  varınca arayıp yerimi bildirdim.Biraz sonra geldi.Üzerinde  lacivert tshirt altında da
şort pantolon vardı.Sarılıp öpüştük ama ondaki gülümseme bende yoktu. Kozlu'daki  halı sahanın yanındaki çay bahçesine gittik.Zaten bir saat izin alabilmişti.Bir saat çok çabuk geçti.İçtiklerimizin ücretini verip para üstünü beklerken onu göğsüme doğru çekip kafasını uzun süre göğsümde tutunca'
''Ağlatacak mısın''  dedi..Anlaşılan  o da bu ayrılıktan hüzünlenmişti.

      Arabaya  bindiğimizde Soner Arıca ayrılık üzerine söylüyordu.Vedalaşacağımız yere gelince aldığım  hediyeleri verdim.Güllerin sarısının ayrılık kırmızısının ise sevgimin rengini belirttiğini
söyledim.(  Kapadokya  hatırası, küçük  cüzdan, bir de süs bebeği)Son kez saçlarına  dokunup sarılırken o anın hiç bitmemesini isterken hemen biteceğini ve mazi olacağını biliyordum.

       Beş saat sonra İstanbul'daydım.Kardeşim ve eşi ile  ertesi gün piknik alanı gibi bir yere gittik.
Az sonra yanımıza bir çingene geldi.Önce gül satmaya çalıştı.Almayacağımızı anlayınca yanımıza oturup sohbet etmeye başladı.23 yaşında olduğunu iki çocuğu olduğunu ve fala baktığını anlattı.
Bak dedim öyle genel laflar değil isim söylersen para veririm yoksa vermem dedim.Çingene uzat elini delikanlı deyiverdi.

    Kalbimin  temiz olduğunu ,iyi niyetli davrandığımı ama kıymetimin bilinmediğini söyledi.Sonra da
Ayşe veya Zühre  isminde birini tanıyıp tanımadığımı sordu.Bu soru karşısında kardeşimle şaşkınla birbirimize bakakaldık.Tanıyorum derken kadına bir adım daha yaklaştım.Kısmetimin kapalı olduğunu ama ileride bir kızım ve oğlum olacağını söyledi.Cuma günü üç mum alıp yakıver dedi.

    Kadına parayı verip gönderirken   kadına dediklerin çıkarsa gelip seni bulacağım dedim.
ACABA O ÇİNGENE ÇİNGENE DEĞİL MİYDİ? Niye mi ?Her günü kadir her gördüğünü Hızır bil demişler ya....

           25  Temmuz 2001



29 Haziran 2015 Pazartesi

BU BİR RÜYAYDI





                      RÜYALAR   GERÇEK   GERÇEKLER   RÜYA OLABİLİR Mİ?

   Onunlaydım.Bir otobüsün arka koltuğunda yan yanaydık.Başında başörtüsü, gözleri ıslak başını omzuma yaslamış ağlıyordu.Ağlama diyordum, geçti artık.Yaşananlar kötü bir rüyaydı diyordum.
Rüya içinde rüya olmadığını bilmiyordum.Önemli olan hatalarımızı anlamak, aynı yanlışları tekrar
etmemek, yaşadıklarımızdan ders almak diye onu avutmaya çalışıyordum.

   O  ise  hüngür hüngür  ağlıyordu.Ben  de onun  kanlanmış  ve ıslak  gözlerinden  etkilenip ona  sarılarak  ağlamaya  başlıyordum.Baş örtüsünde  her zamanki kokusu vardı.İliklerime kadar çekiyordum bu kokuyu.Pişmanlık  ve acı dolu günlerin  geride kalmış olması, tekrar bir araya
gelmiş  olmamızın verdiği  coşkuyla  birbirimize ayrılmamacasına  sarılıyorduk.

   Ve   telefonun sesi...Yataktan  fırlayıp ''Günaydın  hocam kalktınız mı''  sorusuna cevap vermeye çalışıyordum.Telefonu kapattığım  zaman  allak bullak olan beynimi toparlamaya  çalışıyordum.

    Hayatın bir rüyadan farkı yoktu.Keşke uyanıp telefona  bakmam bir rüya, rüyadaki yaşadıklarım
gerçek olsaydı.Aslında rüya ile yaşananlar arasında çok fark yoktu.Rüyalar  bir süre sonra gerçeğe
gerçekler bir süre sonra rüyalara dönüşebiliyordu.

    Bir sevdiğim olması rüyaları  gerçeğe, gerçek olan sevdiğimle yaşadıklarım rüya olmuştu.Demek ki aslında hayat bir rüyaydı.Peygamberimiz:''İnsanlar  uykudadır ölünce uyanırlar.'' büyük bir gerçeğe
işaret ediyormuş.

   Gün boyu rüyanın etkisindeydim.Bir şarkıda-Seni  rüyamda görsem, o gün mutlu kalkarım- nağmelerini dinlemek istedim son ses.Teybi açıp -Bir güzele sevdalandın mı?/Yüreğinde hasret ile bekledin mi gecelerce?/ Bir aşk için  senelerce ağladın mı?- dinledim tekrar tekrar...  ''Niye  çattın kaşlarını?  Bilmiyom yar suçlarımı- Ben ölürsem saçlarını- Yolma gayrı yolma leyli leyli.. yi söyledim.

    Bir yandan da saate bakıyordum kahvaltıyı hazırlarken.Soğuk havada sıcak yataktan sımsıcak duygulardan sıyrılıp, soğuk suyu yüzüme çarparak kendime gelmeye çalışıyordum.İki parçaya ayrılmış gibi hissediyordum.Ortalığı toparlarken programlanmış bir robot gibiydim.Ruhum , aklım
 kalbim hala otobüsteydi.

     Mutfaktaki dolabın  kapağını açıp çay demlemeye hazırlanan bedenim, aklımın hala baş örtüsündeki o kokuda olduğunu bilemezdi.Buzdolabından kahvaltılıkları çıkarıp masaya yerleşti-
rirken ağlamış insanın mahzunluğunu hissediyordum.Üzerimi giymek için elbise dolabından gömlek
kravat seçerken hala boynuma,omzuma yaslanan ağlamaklı gözlerdeydi yüreğim.

     Soğuk havada sıcak çayla  ısınmaya çalışırken kahvaltı  mı yapıyordum  otobüs  yolculuğuna devam mı ediyordum? Neredeydim? Niye  uyanmıştım?Günün  ilk sigarasını yakıp  rüyamın  herbir karesini  zihnimde tekrar oynatırken sigaramın dumanlarıyla ona sinerjimden bir şeyler gönderebilir miyim diye düşünüyordum.

    Sanki ayrılmamışız.Küskünlük  ve dargınlık varmış aramızda.Elim  ve gönlüm telefona uzanıyor.
Arayıp anlatayım rüyamı diyorum.''Sen de böyle rüyalar görüyor musun'' demek istiyorum.Tahmin ettiğim pişmanlık aleviyle kavruluyor musun? Yoksa her şeyi çabucak  unutup  dünyanın  tekdüze koşturmacasını mı yaşıyorsun?Bilsem ki içinden geçenleri tüm samimiyetiyle anlatacak yapardım bunu.Tüm gururumu ve doğrularımı bir kenara bırakıp arardım onu.Ama onun  hala yanlışlar içinde zikzaklar yapan sorumsuz ve şımarık bir çocuk gibi davranacağından emindim.

     Niye  ayrılmamızın üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen rüyalarıma giriyordu?Onu  gerçekten  sevmiş miydim?Yoksa Allah  bu rüya ile bana onun  yaptıklarından pişman olduğunu mu
gösteriyordu?y Ya da ben öyle düşündüğüm için mi onu öyle görmüştüm?Ah  dünya ne çok gizemlerle doluydu.Sorular ne çoktu biz cüzi irademizle ne azına cevap bulabiliyorduk.

    Ben  seni  hiç sevmedim ki- diye başlayan  şiiri yüreğimle okurken ve dinlerken acaba ben onu çok mu sevmiştim? İnsan  duygularından bile emin olup açıklama getiremez miydi? Bu iki düşünce duygu terazimde bir o yana bir bu yana  sallandıktan  sonra '' Galiba ben onu  çok sevdim''tarafının
ağır bastığını hissediyordum.Her ne kadar o bu sevgiyi anlamadıysa  da ben onu gerçekten  sevmiştim.İnsan illa istediği tavırları yapan robot gibi kurgulanmış birini mi severdi? Hayır, sevgi
hesaba kitaba gelemezdi.O bu dünyanın dar kalıplarıyla  açıklanamazdı.

      Sevgi , kaynağı  belli olmayan bir çağlayan gibi gürül gürül dökülürdü yürekten. Onun  etrafını
 çevirip önüne bentler öremezdik.Sevgi  hesapsızdı, çıkarsızdı.Yürekten  geldiği gibi yaşanırdı.Sevgi  ağlamaktı,onsuz  olmaya dayanamamaktı, yüreğinin  kanadığını hissetmekti.Sevgi  karşılıksız vermekti.Sevgi; onu  rüyada görüp rüyayı hayata tercih etmekti. Her şeye rağmen yüreğinden atamamaktı.

     İşte bütün bunlar o bir sigara içiminde savrulup geçti yüreğimden.Nereden çıkmıştı bu rüya? Neden uyanmaya yakın görmüştüm? Neden birçok rüya gibidalıp da çıkaramadığım elimden kayıp
denizin dibinde kaybolan bir hazine parçasına dönüşmemişti? Gördüğüm  rüya  o kadar gerçekti ki kendimi onun da buna benzer bir rüya gördüğüne inandırmıştım.Evet biliyordum o da beni rüyasında görmüştü.Rüyanın  tesiriyle  o da  allak bullak olmuş , o da bana  telefon edip benim ona sormak istediğim  soruları sormak istiyordu.Bundan çok emindim.Bunu yüreğim söylüyordu.Telefon açıp  da hayatın sert, soğuk ve riyakar  sesini dinlemek istemiyordum. Ben biliyordum hissediyordum ya bu yeterdi.

   Bütün bunları  düşünüp  ortalığı  toparlayıp yattığım odanın  penceresini açıp, masanın üzerini şöyle bir düzenleyip, kitaplarımı ve duygularımı koltuğumun altına alarak odadan çıkarken, bir elimde çay bardağı diğer elimde fırça ayakkabılarımın tozunu alıyordum.Çünkü bu  ayakkabıların
üzerinde birçok gözün  gezineceğini biliyordum.

  Kapıyı kilitleyip  merdivenlerden  inerken  fırından  gelen hamur ve kızarmış  ekmek kokusu
her yanımı sarıyordu.Dışarının  soğukluğu  karşısında irkilmiş ellerimi cebime sokarak okula  doğru  ilerlerken  hala o gözler  ve omzuma yaslanan başın  söyledikleri  kulaklarımda  yankılanıyordu..

                                                                               20/11/1998        ZONGULDAK

   

28 Haziran 2015 Pazar

YAĞMA KAR YAĞMA...

  18-ARALIK-AKSARAY      1994-     İLK GÖREV YERİM

                                                   YAĞMA  KAR YAĞMA...

    On beş gün önce yağan kar köydeki  hayatı  felç  etmişti.Daha  sonra da iki gün durmadan  yağan  kar biraz erise de  okula gidip  gelirken  ayaklarım ıslanıyor, yürümek için  iki  kat  güç  harcıyordum

     Neredeyse karların altındaki toprak  görünmek  üzereyken birden  şiddetli bir  rüzgar  esmeye  başladı.Öğleden  sonra  okula  giderken aklıma acaba kar  tekrar  yağar mı  korkusu  geliverdi.
Öğleden  sonraki ilk derse  girmiştim.Pencereden  baktığımda lapa lapa kar  yağdığını  gördüm.
Bir  iki  saat  içinde her taraf karlarla doldu.İstiklal Marşını okuyup dağıldıktan  sonra eve gelirken tipiden  gözümün önünü  göremiyordum.

    Eve  gelince içime bir karamsarlık  çöktü.Çünkü ertesi gün hafta sonu tatiliydi ve Aksaray'a inmeyi
düşünüyordum.Ya yollar kapanırsa...Kendi kendime yağma kar yağma diyordum.

    Evde pişirecek doğru dürüst yiyecek de kalmamıştı.Akşamı da tost yaparak  geçiştirmiştim.Ya yollar kapanırsa  nasıl gidecektim şehre?Sabah altıda uyandım.Kalksam mı yatsam mı? Acaba köyden araç gider mi? Sonra kalkmaya karar verdim.Evden çıktığımda saat yediye geliyordu.

     Karlarla kaplı yoldaki ayak izlerini takip ederek  köyün içine doğru ilerliyordum.Evlerin bacalarından çıkan dumanları gördükçe bu soğukta yatakta olsam daha iyi mi olurdu diye ikircikleniyordum. Yanından geçtiğim iri bir köpek şöyle bir süzdü beni ama Allah2tan bir şey yapmadı.Az ileride bir başka köpek ciddi ciddi üzerime saldırdı.Sahibinin azarlamasıyla son anda paçayı kurtarabildim.

     Köylülerden biri ile karşılaştım.Hadi gel kahveye gidelim ısınırız araç gelene kadar dedi.Kahve de henüz açılmamıştı.Adamı  evinden  çağırıp kahve  önünde beklemeye  başladık.Ayağım çok üşüyordu.Aklım Aksaray'a gidip  gidemeyeceğimizdeydi.

     Beş  on dakika sonra kahveci gelip kahveyi açtı.Ağırdan ağırdan sobayı yakmak için hazırlık yapmaya başladı.Kibrit  yoktu.Kahveci tekrar eve gidip kibrit getirdi.Sobayı yakmaya çalışıyordu ama bir türlü yanmıyordu.Bu sefer tekrar eve gidip tezek getirdi sobayı tutuşturmak için.Sonra bir plastiği yakıp eriterek damlatmaya başladı.Ve sonunda sobadan alevler yükselmeye başladı.
Kahveye gelenlerden kimisi ayakkabısını kimisi ellerini sobaya tutarak ısınmaya çalışıyorlardı.

      Camdan dışarıyı izlerken iki sarhoşun sallanarak kahveye geldiğini gördüm.Zikzaklar çizerek yürüyorlardı.Ağızlarından çıkanlar anlaşılmıyordu.Ayakta duramıyor masaya tutunuyorlardı.Bu arada köy arabasının geldiğini gördüm.Sonra yola çıktık.Aksaray'da yapacak çok işim vardı.Aracın kalkma vaktine kadar halletmeliydim işlerimi.

      Taksitlerimi yatırdım,berbere gittim.Alış veriş için dolaşmaya başladım.Market, manav, kasap derken iki saat akıp geçmişti.Saat birde araç köye doğru hareket etti.Araba tıklım tıklım doluydu.
Sıkışarak oturacak bir yer buldum.Köye varınca poşetleri ve odun çuvallarını araçtan indirip taşımaya başladım.Eve varınca ilk işim elektrikli sobayı açıp ıslanan çoraplarımı çıkardım.Biraz dinlendikten sonra torbaları yerlerine yerleştirdim.Karnım acıkmıştı.Öğrencim yardıma gelmişti.Onunla kahvaltı yaptık.Sonra sobayı yaktım.Hayat kavgasının zorluğunu kaleme almaya başladım.


 

ŞİMŞEKLER ÇAKINCA



                                         ŞİMŞEKLER  ÇAKINCA

   

             20-9-1994 'TE İLK GÖREV YERİM AKSARAY'IN SARATLI KASABASINDA YAŞAMIŞ      OLDUĞUM BİR ANIM.GEÇENLERDE İSTANBUL'DAN ANNEMLERDEN GETİRDİĞİM GÜNLÜKLERİMİ KARIŞTIRIRKEN RASTLADIM VE PAYLAŞMAK İSTEDİM.OLAY AŞAĞIDAKİ FOTOĞRAFTAKİ ESKİDEN KİLER OLARAK KULLANILAN BANYOSU TUVALETİ OLMAYAN TEK GÖZ BEKAR EVİMDE GEÇMİŞTİR.

                                                   ŞİMŞEKLER ÇAKINCA
    Haftanın ilk gününün verdiği yorgunlukla yemeği yiyip tv seyrediyordum.Gözümden uyku akıyordu ama tv.deki spor sohbeti de dikkatimi çektiğ
inden tv. seyretmeye devam ediyordum.
Saat on ikiye gelirken tv.u kapatıp yattım.Yorgunlukla hemen uyurum diye düşünüyordum.Fakat öyle olmadı.Gece benim için asıl şimdi başlıyormuş da haberim yokmuş.

     Dışarıdan gelen rüzgar sesleri uyumamı engelliyordu.Zaten gün boyu hava kapalıydı galiba yağmur yağacak diye düşündüm.Biraz sonra rüzgarın şiddetini arttırdığını anladım.Derme çatma evdeki pencere ve tahta kapı sallanmaya başladı.Yattığım yerde uyumaya çalışırken bir sesle irkildim.

     İlkin pencereden gelen rüzgar evin içinde bir şeyi düşürdü zannettim.Fakat biraz sonra yattığım tarafın penceresi ardına kadar açılmasın mı.Onu kapatayım derken baktım başka bir yerden rüzgar giriyor.Demek az önceki ses pencerenin açılma sesiymiş dedim.

     Karanlıkta gidip zar zor pencereyi kapattım ama rüzgar da kuvvetliydi o da açmaya çalışıyordu inadına.Pencerenin arkasına elime ne geldiyse kitap,yastık ve ağır olan birkaç parça eşya koydum.Tekrar pencereleri kontrol edip yatağa girdim.Pencereden bakınca uzakta bir yerde alevler gördüm.Galiba şimşek düşmüştü.BU arada gök gürlemeye devam ediyor şimşekler ortalığı aydınlatıyor ve kulaklarımda yankılanıyordu.

    Tekrar yatağa uzanmıştım ama pencereler tekrar açılır korkusuyla uyuyamıyordum.Büyük bir bomba patlama sesiyle irkildim ve battaniyeyi kafama çekerek kabus dolu geceden rüyalar alemine geçmek istedim.Ne gezer?Uyku da sevgili gibiyniş:bekleyince gelmiyordu.

     Tam uykuya dalmak üzereydim ki pencere tekrar açılmasın mı.Pencereyi kapatayım derken menteşesi çıkan pencere bir anda elimde kaldı.Elimle tekrar yerine oturtmaya çalıştım ama bir türlü girmiyordu.Arkasına kitapları karanlıkta el yordamıyla bulup dizerek rüzgarın içeri girmesini engellemeye çalıştım.Bu sefer de kapı ardına kadar açıldı.

     O anda sinirden ağlamak istiyordum.Zaten ter içinde kalmıştım.Uykusuzluk, gök gürültüsü derken sinirlerim alt üst olmuştu.
     Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki herhalde kasabayı haritadan silecek diye düşünmeye başladım.Korkuyla tekrar yatağa girdim.Korku filmlerindeki gibi bir geceydi.

HELA MISIN BELA MISIN?



YER-AKSARAY TARİH-1994 SARATLI KASABASI
HELA MISIN BELA MISIN?
Her şey ilk bulduğum evden taşınmamla başladı.İkinci evim tek odalı bir evdi.Tam bir bekar eviydi.Buraya kadar her şey normaldi.Ta ki hela derdi başıma çıkana kadar...Yeni evin helası evden
epey uzaktaydı.Hadi uzakta olsun yürürüm dedim fakat tuvaletin çatısı yok, kapısı yok,içine zor
girilir bir durumda bir yer.Yaklaşık iki ay idare ettim belki başka eve taşınırım diye...
Tatil dönüşü köye döndüğümde bunun böyle olmayacağını anladım.Yeni bir tuvalet artık farz
olmuştu.Çünkü taşınacak yeni bir ev bulamamıştım.
Evin alt tarafına yeni bir hela yaptırmaya karar verdim.Yaptırmak keşke yazmak kadar kolay olsaydı.İlk iş bir usta bulmaktı.Tam bir hafta usta aradım.Bir hafta sonra ustayı bulmuştum.Fakat
eski tuvaletin taşlarının yıkılıp taşınması gerekiyordu.Bunun için öğrencilerden birkaç kişi ayarlayıp
o işi de hallettim fakat yeni tuvalet için usta bir türlü işe başlamıyordu.Kaldım mı ortada!
O beğenmediğim tuvaleti arar oldum.Çünkü ortada ihtiyaç giderecek bir yer kalmamıştı.Günler
birbirini kovalıyor, tuvalet yapımına bir türlü başlayamıyorduk.İyi de ben şimdi ne yapacaktım?
Havanın kararmasını bekliyordum.Havanın kararmasıyla birlikte elime ibriği alıp yer arıyorum.
(Filmlerde olsa abartıyor derlerdim.)Ay ışığında,yağmur altında kendime tarlalar içinde bir yer arıyordum.Bir köşe bulunca da tedirgin bir şekilde etrafımı kollayarak işimi görüyordum.İşimi görüp eve gelince büyük bir kazadan kurtulmuş gibi rahatlıyordum.Oh bee bugünü de atlattım diye..Ama yarın...
Tam bir hafta böyle geçti.Neler çektiğimi bir ben birim de Allah bilir.Neyse bir hafta sonra tuvalet yapımına başlandı.Çocuklar gibi sevindim sıkıntılar geride kalıyor diye.Sevincimden ustaya kola bile aldım.Ustalar bir iki saat içinde dört duvarı çevirdiler.Alelacele yaptıklarından duvarın yamukluğu belli oluyordu.Olsun dedim hiç değilse yaşadığım rezillik son bulacak diye.İş çatısını kapatmaya gelmişti.Çatısının yapımı tam üç gün sürdü.Baktık gelen giden yok ustayı çağırıp birlikte kapattık tuvaletin çatısını.
Sıra gelmişti kapısına..Kapısı yola doğruydu.Kapısına duvar örülmesi tam iki gün bekledim.
Yine ne gelen vardı ne giden..Sonunda kapı komşum halime acımış da bir çuvalla bir bez takmıştı kapıya.İçinin çamurlu halini ve geri kalan taşları örmek de bana kalmıştı.
Kapı komşumun attığı bu kazığı hiç unutmayacağım-usta-Ay ışığında, yağmur altında geçirdiğim o sıkıntılı günleri hiç unutmayacağım.
Sonunda her şey bitince tuvaletin karşısına geçip sarayını bitirip de seyreden bir kral gibi sevinçle seyrettim helanın son halini.Anadolu!da öğretmenlik anlatılmaz yaşanır.Sonunda hela belasından kurtulmuştum.-ÖLDÜRMEYEN HER DARBE GÜÇLENDİRİRMİŞ.-

DOĞMAMIŞ OĞLUMA MEKTUPLAR



                                                              BABALAR GÜNÜ
DOĞMAMIŞ  ÇOCUĞA MEKTUPLAR    adlı bir kitaptan etkilenerek eşim ilk çocuğumuza hamile olduğunu söyleyince bebeğimiz doğana kadar ona duygularımı yazmıştım.
14 Kasım 2005 saat 10.55
                                                 BEBEĞİMİZE!
             Şimdi sen bir tanemin karnındasın.Umarım rahatın yerindedir.Gerçi anneciğinin birazcık ateşi var ama…İçimde coşup taşan bir sevinç ve sana seslenme isteği var.Bu düşünce kalbime bugün öğle namazını kılarken camide geldi.Oysa o saatlerde bir tanem müjdeli haberi vermemişti.Senin geliş haberini hep bekliyordum.Kısmet bugüneymiş.Sen doğana ve büyüyene kadar sana seslenmeye devam edeceğim.
              Anneciğin  ile evlendikten sonra hayattaki en büyük duam senin geliş haberini işitmekti.Bunun için seni gönderen Rabbime hep dua ettim.Zanediyorum duaların makbul olduğu çok güzel bir vakitte Ramazan ayında dualarım kabul oldu..Bugün gelişini öğrendiğimin birinci günü geride yolunu gözleyeceğim çok gün var ama olsun seni beklemenin heyecanını ve tadını hissetmeye gayret edeceğim.
          İnsan birden zengin olunca ne yapacağını şaşırır ya benimki de öyle bir his! Yani mutlulukla beraber duruma inanamamak duygusu yüreğimde gidip geliyor.Yolunu dört gözle bekleyeceğiz ve de Rabbimize sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmen için yalvarmaya devam edeceğiz.
          Hayatımız senden önce kaç boyutluydu bilemiyorum ama seninle hayatımıza bir boyut daha eklendi şimdiden.   Canım, evet canımdan bir parçasın.Bugüne kadar bebeklere duyduğum sevgiyi düşününce seni nasıl seveceğimi tahmin edemiyorum.Ama şunu söyleyeyim senin için kurban kesmeyi daha evlenmeden kafama koymuştum.
Birinci günden beni bu kadar mutlu ettiysen dünyaya gelişinle nasıl bir sevince boğacağını ben de tahmin edemiyorum.
       Artık iki kişilik değil üç kişilik hesaplar yapacağız.İlk gün aklıma bezlerini hazırlamak bile geldi.Öyle ya sen dünyaya gelince sana en çok onlar lazım olacak.Henüz cinsiyetini bilmiyoruz ama bu o kadar da önemli değil.Sonuçta evladımız olacaksın.Ama şlimdiden şunu söyleyeyim: futbolu çok seven bir babanın çocuğu olarak hayatında futbol ve kitaplar yoğun olacak.
      Orada olduğunu bilmek bile suratıma bir tebessüm getiriyor.Anneciğin pek duygularını belli etmediği için ilk gün pek anlayamadım ama eminim o da seni çok sevecek.

      Bebeğim! Konuşmalarımız fırsat bulduğum her gün sürecek.Sana seninle ilgili hissettiğim her şeyi yazacağım.Niye mi? Çünkü şimdiden senle konuşmak beni mutlu ediyor.Sen de beni tanıyınca sevgimin büyüklüğünü görecek ve mutlu olacaksın.Seni gönderen Allah’a şükürler olsun.Bebeğim iyi geceler.Kavuşmamıza bir adım daha yaklaşmış olduk.
BU YAZIYI BUGÜN 9 YAŞINDA OLAN OĞLUMA OKUMAK FİLM İÇİNDE FİLM GİBİYDİ.

KEDİM



                                                                        KEDİM
İlk görev yerim Aksaray'a geldikten sonra aklımda hep bir kedi besleme düşüncesi vardı.Zaten daha önce evimizde kedi beslediğimizden kedilere pek yabancı değildim.
Okulların başlaması ile birlikte öğrencilerime bana bir kedi bulun dedim.Belki de kalabalık bir aile ortamından tek başına kalmak beni bu düşünceye itmişti.Sonunda bir kedi buldum.Ama bakabileceğimden pek de emin değildim aslında.
İlk günümüz şöyle geçti:Akşam oluyordu.Getirdim biraz ekmek verdim.Hayvan ne kadar acıkmışsa hemen yedi yuttu.
Sonra biraz süt koydum önüne.Ondan da biraz içtikten sonra hemen divanın altına kaçtı.Bilirim kediler ilk geldikleri yere hemen alışamazlar ve saklanacak bir dip köşe bulurlar.
Bir iki defa divanın altından çıkarıp sevdim fakat fırsatını bulur bulmaz yine divanın altına kaçıyordu.Kendi haline bırakayım, nasılsa zamanla alışır dedim.Nitekim öyle oldu.
Bir iki saat sonra ortalığa çıkmaya başladı.Ben evin içine pislemesin diye birkaç defa banyoya götürdüm ama paşa gönlü çiş yapmak istemedi.Hem dedim el kadar hayvanın pisliğinden ne
olur ki.Öğretene kadar sabretmem gerek diye düşündüm.Vakit geçtikçe birbirimize ısınıyorduk.Zaten yüzündeki sevimliliği, masumluğu kendisini sevdirmeye yetiyordu.
Birkaç defa sevip okşayınca baktım yanıma geliyor.Anladım ki o da sıcak bir elin yakınlığını arıyordu.Zaman zaman miyavlayıp gözüme bakmasına bir anlam veremedim.Ama bir isteği olduğunu tahmin ediyordum.Baktım okşadıkça susuyor elimi çekince elimi arıyor.
Yatmaya hazırlanıyordum ki baktım kucağımda uyumuş.Uyandırmaya kıyamıyordum ama benim de yatmam gerekiyordu.Yavaşça dizlerimden alıp divanın üzerine yatırdım.Baktım uyumaya devam ediyor.Yatağımı serip uzandığım zaman kediye baktım mışıl mışıl uyuyor.
Kendi kendime dedim ki bir divanda kedi bir divanda ben garip garip yatalım bakalım.Kedim tek göz evimde can şenliğim olacak diye düşündüm.Birbirimize arkadaş olacağız.o an yalnızlık ve kediyle benim ayrı divanlarda uyumamız içime bir hüzün çöktürdü.Bir gün bu satırları belki tebessümle okuyacağım.
6 Eylül 1994 AKSARAY